18. yüzyıldasınız ve köle ticareti, silah, alkol vb. tartışmalı sektörlere yatırım yapmayı reddediyorsunuz… Yatırımların insani ve ahlaki boyutu tartışmaya açılıyor. “Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” söylemi, “Bunu da yapmasınlar artık; birileri de buna dur desin!” tepkisine dönüşüyor. Ama imparatorlukların son yüzyılı, bağımsızlık mücadeleleri, otuz yıla sığan iki dünya savaşı aynı zamanda milyonları yok eden ve büyük çevre yıkımlarına neden olan teknolojilerin üretildiği ve geliştirildiği bir dönemdir.
1953’te Howard Bowen “Social Responsibilities of the Businessman” kitabını yazıyor. Şirketlerin sadece kârını düşünmesi değil, aynı zamanda bulunduğu çevreye de etkisi ve sosyal sorumlulukları tartışmaya açılıyor. Yeni kavramlar geliyor: Kurumsal hesap verebilirlik ve şeffaflık gibi.
1960’larda Vietnam Savaşı şiddetini arttırırken, protestolar ve sivil haklar hareketleri de cepheden gelen ölü ve yaralı ABD askerlerini de gerekçe göstererek, şirketlerin yatırımları, çevreyi ve insanlığı yok etmeye yönelik tahrip gücü yüksek silahlar üretmesi sorgulanmaya ve olayın sosyal yanına yönelik tartışmaların artmasına sebep oldu. Yatırımcıların da savaş için üretim yapan firmalara olan desteklerini çekmesi, üretimde etik konusunun daha fazla gündem olmasına yol açmıştır.
22 Nisan 1970'te, ABD tarihinin en büyük gösterilerinden birinde yaklaşık 20 milyon kişi toplandı. İlk Dünya Günü olarak kabul edilen bu günde yaşanan çevre felaketleri, tarımsal pestisitler, hava kirliliği konularında harekete geçilmesi istendi. Devletin bu konularda harekete geçip inisiyatif alması talep edildi. Böylece 2 Aralık 1970’te Çevre Koruma Ajansı (EPA) kuruldu. Etik fonlar kavramı konuşulmaya başlandı.
Union Carbide (ABD) firmasının Hindistan'ın Bhopal kentinde kurduğu böcek ilacı üreten fabrikasında yaşanan sızıntıdan 150.000 kişi etkilenmiş. Yaklaşık 20.000 kişi ölmüştür (1984). Exxon Valdez petrol tankerinin Alaska’da karaya oturmasıyla 40 milyon litre ham petrol denize saçıldı. Deniz ve kıyı şeridi büyük zarar gördü. 250,000 kadar deniz kuşu, 2,800 su samuru, 22 balina, 300 fok öldü. Bölgede balıkçılık bitti. Temizlik için milyar dolarlar harcandı (1989). Bu olay köklü kararlara zemin oldu.
1990’lar önemli adımların atıldığı dönem: Rio Zirvesi’nde 154 ülke, iklim değişikliğiyle mücadele için BM Çerçeve Sözleşmesini imzaladı (1992). Sonra Küresel Raporlama Girişimi (GRI) çevre ve sosyal etkilerin raporlanması amacıyla kuruldu (1997). Sonrasında 1998 yılında John Elkington, “Cannibals with Forks” kitabını yayınladı ve “Üçlü Dip Çizgi” (Triple Bottom Line)’den söz etti: İnsan, Gezegen ve Refah… Mevzu sürdürülebilirlikse “finansal olmayan faktörleri de ihmal etmemeli” dedi.
2000’ler, yaşanan büyük çevre felaketlerinden sonra “Bu son olsun, bu son!” deyip önlemler, raporlar ve BM kalkınma hedeflerinin açıklanmaya başladığı dönemdir.
Gündeme insan hakları, çalışma şartları, çevre, cinsiyet ayırımcılığı hatta firmaların yedikleri cezalar dahi ölçülmeye başlandı. Öne çıkardıkları ile olan-biten farklı olsa da firmalar yine de kısmi şeffaflık ve hesap verebilirliği bir prestij olarak sunmayı başardı.
2004 yılı BM Küresel İlkeler Sözleşmesi (UN Global Compact)’ nin “Who Cares Wins Raporu, Genel Sekreter Kofi Annan’ın girişimi ve 18 finansal kurumun katılımıyla hazırlanmış bir belgedir. Raporun alt başlığında yer alan, “Finansal Piyasaları Değişen Bir Dünyaya Bağlama (Connecting Financial Markets to a Changing World) konusu, her şeyin para ile ölçülmemesi gerektiğine dikkat çeker.
Salt üretim temelli yaklaşımlar yağmalanan ormanlar, yok edilen nehirler, kirletilen denizler ve nefes alınamayan bir dünya demektir. Kofi Annan’ın inisiyatifi ile ortaya çıkan durum çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG - Environmental, Social, Governance) unsurlarının finansal analizlere ve yatırım kararlarına entegre edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu rapor, sürdürülebilir finansın temellerini atan ilk belgelerden biri olarak kabul edilmekte ve ESG’nin ilk defa kullanıldığı bir belge olarak kayıtlara geçmiştir.
2015’te imzalanan Paris İklim Anlaşması ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDGs - Sustainability Development Goals), ESG’nin dünyada kabul edilen bir kriter olma özelliğini hızlandırmıştır. 2017’de gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu toplantısında 140 CEO, SDGs konusunda bağlılık sözü vermiştir.
Evet, son olarak ESG çoook uzun bir yoldan geliyor. ESG fonları, özellikle Avrupa’da büyüyerek 2025’te 8 trilyon dolara ulaştı. Risk ve getirileri ölçerken bu skorlar önem arzetmektedir. 2025’ten itibaren ESG yatırımları, özellikle Avrupa ve Asya’da, finansal getiriye odaklanmış görünüyor. Her yetersiz getiri, “yeşil aklama” (greenwashing) sorununu gündeme getirmektedir. Yine de şeffaf ve doğru veriler ile hesap verebilir göstergeler ESG için önemini korumaktadır. Türkiye de bu yeni sistemin zayıf bir halkası olmamak için süreçleri takibe almalıdır.