Türkiye Ekim 2021’de Paris İklim Anlaşması’nı (PİA) onayladı. Bundan doğan ve sayın Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilen “2053 net sıfır emisyon” hedefi doğrultusunda, ulusal düzeyde hukuki altyapı oluşturulmasına gidildi.

Bu kanun başta sera gazı emisyonlarının azaltılmasını hedeflemektedir. Elbette yeni kurumsal yapılar, yeni kavramlar ve piyasa mekanizmaları oluşturulacaktır.

Avrupa Birliği (AB) Yeşil Mutabakatı ile gündemdeki yerini alan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) ve Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kanunun yasalaşmasında etkili olmuştur. Artık iş dünyasının ticaret kanunları dışında yeni bir düzenlemeye girmesi söz konusudur.

İklim Kanunu, iklim değişikliğine karşı sera gazı emisyonlarının azaltılmasını istemektedir. Bu bir uyum sürecidir. Planlama ve uygulama araçlarının uyumu, finansal çözümler, maliyetlerin karşılanması, tahsis, izin ve denetim süreçleri ile izleme, raporlama ve doğrulama (MRV) mekanizmaları da bu süreçte etkin olacaktır.

Kanun ile birlikte ETS, SKDM ile birlikte mevzuatta “adil geçiş”, “denkleştirme” ve “iklim adaleti” gibi birçok yeni yeni kavramlar gündemdeki yerini almıştır.

Şimdi İklim Kanunu ve ETS mekanizmaları çerçevesinde en çok etkilenecek sektörlere bakıldığında; karbon seviyesi yüksek ve AB ile ticaret hacmi sebebiyle ön plana çıkan sektörler bulunmaktadır: Demir-Çelik, Alüminyum, Çimento, Elektrik Gübre ve Kağıt sektörleri bu dönüşümün merkezindedir. SKDM kapsamında ilk etkilenecek sektörlerdendir. Bu sektörler şunlardır:

Demir-Çelik Sektörü: Türkiye’de üretimde elektrik ark ocağı yaygındır (% 75). Bu tercih düşük karbonlu, ancak dolaylı emisyonları yüksek olan bir durumdur. ETS maliyetlerini arttırabilir.

Alüminyum Sektörü: Yüksek enerji gerektiren bir üretim süreci vardır. ETS kapsamındadır. Özellikle AB’ye olan ihracatta SKDM önemli bir maliyet unsuruna dönüşebilir.

Çimento Sektörü: - % 7’lik küresel emisyon miktarı ile önemli bir sektördür. Türkiye’de hem doğrudan hem de dolaylı emisyonları yüksek bir sektördür. Üretimde biyokütle gibi alternatif yakıtlara yönlendirilerek veya katkılı çimento gibi çeşitlendirmelerle emisyonu düşürme hedefleniyor. ETS kapsamında düzenli yıllık emisyon raporlaması zorunlu hale gelecektir.

Elektrik Sektörü: üretimde fosil yakıt kullanılmakta ise doğrudan ETS kapsamına girmektedir. Bu yüzden yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek, ETS yükünü hafifletebilir. Ulaşım ve altyapı sorunları bu dönüşümü yavaşlatmaktadır.

Gübre Sektörü: Tarım sektörü ile birlikte düşünülmelidir. Karbon ayak izinin düşürülmesi konusunda kritik önemdedir. Azotlu gübre üretimi yapım aşamasında, N₂O gibi güçlü sera gazları açığa çıkmaktadır. Enerji kullanımı ve proses emisyonları izlenmelidir.

Kâğıt ve ambalaj Sektörü: üretimde enerji kullanımı ve proses emisyonlarında gözetim altında olan bir sektördür. Buradan tek çıkış, geri dönüşüm olarak görülmektedir. Biyokütle kullanımı emisyonları ve dolayısıyla ETS yükünü azaltılabilir.

Bu sektörlerin emisyon azaltımına giderek rekabetçiliğini koruması gerekmektedir. Bu da bir dönüşüm sorunudur. İklim Kanunu, bu alanlarda düzenlemeler yaparak karbon sertifikası, dijital ürün pasaportu, ETS uyumu ile emisyon izleme yeni yükümlülükler getirmektedir.

Uygulamanın aşamalı olarak yapılması planlanmaktadır. Süreç, cezaların indirimli uygulanacağı bir pilot uygulama dönemiyle 2026 yılında başlayacaktır. Pilot dönem boyunca, yasanın yükümlülüklerini yerine getirmeyen işletmelere kesilecek idari para cezaları % 80 indirimli (dörtte bir oranında) uygulanacaktır.

Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 3 yıl içinde, ETS kapsamındaki tüm işletmelerin, sera gazı emisyon izni alması zorunlu olacaktır. Bu süre, Karbon Piyasası Kurulu tarafından bir süre ertelenebilir ancak 3 yılı geçemez.

İşin özü İklim Kanunu 2030’a kadar geçen süre için bir takım ara hedefler koyarsa emisyon azaltımları izlenebilir. Fosil yakıtlar jeopolitik gerilimlere paralel yeniden gündeme gelmiştir. Bunun için çıkış stratejisi daha net hale getirilmelidir. Adil geçiş konusunda somut finansman konusu önemli bir sorundur.

2053 net sıfır hedefi çok uzak bir tarih değildir. Güçlü kurumsal yapılarla, şeffaf izleme yöntemleri ile ve sivil toplumun ve yerel yönetimlerin sürece katkısı ile kanun amacına uygun hedeflerine ulaşacaktır. Bu sayede, her türlü mecradan gelen bilgi kirliliğinin de önü alınmış olacaktır. Bu bir dönüşüm stratejisidir. Uygulamada kamu-özel sektör, sivil toplum ve yerel yönetimlerin işbirliği şarttır.