İzmir, 15 Mayıs 1915 yılında işgal edildiğinde; bu ülkede Türklerden daha imtiyazlı haklara sahip olan Rumlar, adeta efelendiler; Türklere zulmettiler. Aşağıladılar, mesleklerini ellerinden aldılar, sövdüler, öldürdüler.
İngilizler, ellerini birbirine sürtüyor, onlara kapitülasyonları sanki Rumlar vermiş gibi Yorgo’lara, Eleni’lere kol kanat geriyordu. İngilizler de, Rumlar da buradan asla gitmeyeceklerini hesaba katarak kalıcı yatırım yaptılar ve İzmir’i savaşlardan yorulmuş Avrupa’nın en çekici kenti yapmak için el ele verdiler.
Onların gizli ortağı da Amerikalılardı. Türk Süvarileri İzmir’e girerken kaçan Rumların pek çoğu Paradiso’daki (Kızılçullu-Şirinyer) Amerikan Koleji’ne sığındı. Protestan kiliseleri, kaçakları gizlemek için birbiriyle adeta yarıştı. İzmir işgal edildiğinde Vali Konağı’nda Yunan ve Amerikan bayrakları yan yana asılıydı. O yıllarda Aydın valilik binası olarak kullanılan Konak, bir ara düğün salonuna dönüştürüldü.
İşgalde, bazı Türklerin şapka kullanarak, kendilerine batılı görüntüsü vermeye çalıştıkları da gözden kaçmıyordu. İzmir’in kurtuluşunda ise bu defa hain Rumlar, Türk kıyafetleri giyip, Türk bayraklarıyla süvarilerimizi karşılayarak takiye yaptılar.
İzmir’in çile dolu 40 ayı, bugünkü kuşaklara iyi anlatılmalı ve gerçekler gizlenmemelidir.
Bu modeli CHP de uygulamalı
Rahmetli Necmettin Erbakan, Milli Selamet Partisi’ni kurduktan sonra partisinin belediye başkanlarını sıkı bir denetime tabi tuttu.
Parti merkezinde liyakatli isimlerden oluşan ‘Denetim Komisyonları’ kurdu. Bu komisyonlar, periyodik olarak; bazen de bir ihbar ve şikayet durumunda o belediyeye gidip denetim yapıyor ve eğer bir kusur varsa faturasını kesiyordu. Bu sistem; hatırlarsanız kısa süre sonra Erbakan’a iktidar yolunu açtı. Çünkü şeffaf ve denetimli bir sistemin sonuçları halka olumlu yansıyordu.
Necmettin Erbakan’dan sonra bu sistem ne yazık ki hiçbir siyasi parti tarafından sürdürülemedi. Oysa sürdürülebilseydi bugün özellikle CHP’nin imajı çok daha farklı olurdu ve bu imaj, partiyi bir zırh gibi korurdu.
CHP, bugün geçmişin hatalarına karşı direniş ve tepki göstermemesinin hesabını ödüyor. Belediyeleri talan eden örnekler, sonuçta AK Parti iktidarı tarafından “Bütün belediyeler dökülüyor” algısına dönüştürülüyor ve tabii olarak bu tablo, iktidara puan kazandırıyor.
CHP, kurunun yanında yaşın da yanması gibi bir durumda hala belediyelerini büyüteç altına almadıkça, belediyelerin yaşadığı sıkıntıların temelinde il ve ilçe yönetimlerinin “delege hesabı” gibi bir gerçeği görmedikçe, kurunun yanında yanan “yaş” olmaya devam edecektir.
Geçmişte Necmettin Erbakan’ın hayata geçirdiği bir modele bugün Türkiye her zamankinden daha çok muhtaçtır.
Ve yalnızca Saadet Partisi tarafından sürdürülmektedir.
Ben söyleyeyim sen yapma
Süleyman Demirel, kurduğu ikinci hükümette Manisa Milletvekili Sümer Oral’ı Maliye Bakanı yaptı.
Araları önceden de iyiydi.
Makamına çağırdı, şöyle dedi:
“Bak Sümer! Bir dostum benden senin yapabileceğin bir şey ister, ben de sana söylerim. Bunu bir emir kabul etme. Süzgecinden geçir, doğruysa yap. Yapmazsan, ben sana gönül koymam. Benim yaptığım, dostumu kırmamış olmaktır. Sonrası hakka, hukuka, ahlaka girer. Onları zedeleyemeyiz.”
Sümer Oral, bunu bir yaşam biçimi olarak hep korudu ve kolladı.
Çünkü Cumhuriyet tarihi bile, padişah buyruğu gibi yerine getirilmemesi mümkün olmayan emirler ve talimatlarla doluydu.