Hafiften hafiften af konusu gündeme getiriliyor. Yaklaşık 90 bin mahkumu ilgilendiren bu muhtemel af yasası, aslında devletin mali yükünü de azaltmış olacak.
Bir hesap yapalım.
İki yıl önce merkez cezaevi müdürlerinden birinin açıklamasına göre bir mahkumun devlete günlük maliyeti 750 lira civarında. Bu rakam, bugün 1500 lirayı bulmuştur.
Sadece içecek yiyecek değil. Barınma, barındığı binanın amortismanı, elektrik, personel, sağlık harcamaları, adliyeye gel-git için araçlar ve onların yakıt giderleri, gardiyanlara ödenen maaşlar. Bunlar ve diğer şu anda akla gelmeyenler, toplanıp 90 binle çarpıldığında devlet, affetmeyi düşündüğü 90 bin mahkum için günde 135 milyon lira para harcıyor. Ayla, yılla, on yılla çarptığınızda karşınıza büyük bir rakam çıkıyor.
Af, bir hak değil, bir lütuftur. Ama aynı zamanda bir hesap kitap işidir. Özellikle fikir suçlularının demir parmaklıklar arkasında tutulmasının hiçbir anlamı yok. Terör ve yüz kızartıcı suçlardan içeri girenleri, önce kamuoyu vicdanı affetmeli, ondan sonra da devlet.
Batı ülkelerinde ve bizde pek çok hukukçu, terör suçundan, cinayet ve benzeri, kişiye yönelik suçlarla ilgili af kararlarının aslında “suç” olduğunu savunuyorlar. Buna “İnsan hakları ihlali” diyenlerin sayısı hiç de az değil. “Sen benim eşimi, çocuğumu öldüreceksin, onu öldüreni bana sormadan affedeceksin. Yok öyle yağma?” bilinci bu af kararının alınmasında belirleyici olmalı gibi geliyor.
Aziz Özen’in ardından
O, gerçekten İzmir’in bir değeriydi. Kaliteli müziğin en önemli temsilcilerinden biri olarak anıldı.
1943 yılında Yugoslavya’da doğmuş, ailesiyle Türkiye’ye geldikten sonra ciddi müzik dersleri almıştı.
Kendisiyle 1970’li yılların sonunda tanıştık. Okul ve gençlik arkadaşım Alev’in bir grup ziraat mühendisi ile açtığı Palet Restoran’da piyano çalıp şarkı söylüyordu.
Müziğini icra ederken “Hoş geldiniz Ahmet Bey. Şerefler getirdiniz Nalan Hanım” gibi gelenekselleşmiş sahne ritüellerini kullanmayan, dinleyeni kendinden geçiren muhteşem bir müzik adamıydı.
Balkan müziklerini çok severdi ve o müziklerin oynak olanlarını değil, daha klasik olanlarını seslendirirdi sahnede.
Tek tabanca modasının yani, sahnede tek sanatçının müzik yapmasının moda olduğu yıllarda en çok da Palet’te ter döktü. Onun müdavimleri vardı. O müdavimler, İzmir’de oturuyorsa Karşıyaka’ya gittiler, Palet Birinci Kordon’a taşınınca da Karşıyaka’dan ona koştular.
İmzaladığı long play’leri canım gibi saklıyorum. Onu zaman zaman dinlediğimde o güzel yıllara uzanıyorum.
Ve bugün Aziz Özen dostumu çok arıyorum. Mekanı cennet olsun.
Atıl binalar ve sorunları
Madde bağımlılığı ile savaşanların en çok üzerinde durdukları konuların başında metruk binalar geliyor. Çünkü bağımlılar, bu mekanları daha güvenli (!) buldukları için kendilerini bu terkedilmiş binalarda zehirliyorlar.
Metruk bina stoğunun en çok olduğu yerler, aslında SİT uygulamasının da yapıldığı Buca, Bornova, Urla gibi yerleşim bölgeleri. Ayrıca miras anlaşmazlığı nedeniyle kaderine terkedilen binalar da var.
Sonuçta bunlar, madde bağımlılarına birer sığınak görevi görüyor ve bu gerçeğin farkına varılıp gereğinin yapılması isteniyor.
Giderek artan bir felaket var ortada ve çözüm bekliyor.
Bu detay atlanmazsa, bir adım atılmış olur.