Grev, kapsamlı bir kavram. Ciltler yazılsa yeterince anlatılamaz.
Yaşamımın önemli yılları grevlerin ülkeyi sarstığı yıllardı.
Ekonomi durur, hayat durur, olmadık şeyler olurdu.
Çiğli İplik Fabrikası’nı bizzat çalışanları tahrip eder, sonunda kendileri işsiz kalırdı. 
İşçileri grev için kışkırtanlar, lüks villalarda viski içer, keyif yapardı.
Ülkede bir sendika ağalığı kavramı yarattı bu tipler.
Sonuçta ne işçi kazandı, ne de ülke.

Aa 20240305 33892913 33892903 Izmirde Bir Grup Buyuksehir Belediyesi Calisani Tis Gorusmelerini Protesto Etti (1)
Aziz Kocaoğlu döneminde otobüs işçileri, gecenin 22.00’sinde önceden haber vermeden işi durdurdular. Buca’da bir otobüs durağında saat 23.00 sıralarında 17-18 yaşlarındaki bir kızın çaresizliğine tanık oldum. Çiğli’deki ailesine gitmek için otobüs bekliyordu. Üstelik cep telefonu da yoktu.
O genç kıza ve daha binlercesine o ezayı yaratanlar için Kocaoğlu “Cezalarını görecekler” dedi ama bir tek adım bile atmadı, attırmadılar.
İşte grevin amacıyla uygulanması böyle farklı şeylerdir. Grev, kendi oylarıyla başa getirdikleri yöneticiler yerine, onlara oy versin vermesin topyekün halkı cezalandırma sanatına döndürenlerin oyuncağı haline gelmiştir.
Grev, halkı karşısına alan bir eylem oldukça ilkesizleşir. Halkın desteğini alan her eylem de kazanır. 
Sendika ağalığının bitirilebildiği bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz.
Onlarsız her eylemde emekçi, yine yalnız kalmayacaktır. Emin olun.

Listelerden haberi olan?

Bir başkan adayı, seçime listesiyle birlikte girer. Gücü, sadece kendinden menkul değil, meclisin liyakatı ile de ölçülür. Bunun için seçimden çok önce meclis aday listelerinin halka duyurulması, ama içerikleriyle iletilmesi gerekir. Kim kimdir, ne iş yapar? Halkın bunları öğrenmeye hakkı vardır.
Ama öyle olmuyor. Sadece yakın çevre kimin kim olduğunu biliyor, halk, ya partiye ya da başkan adayına oy veriyor. Ha bir de öncesi var. Listelerin hazırlanmasında çoğu kere ilçe yönetimlerinin bile haberi olmuyor, dayatma listeler, seçime sokuluyor.
Sonra başlıyor tiyatro. Sadece siyasi mülahazalarla listeye alınmış beyler, hanımlar, hizmet hak getire bir beş yıl geçiriyorlar, fatura o beş yılın sonunda yine ya partiye, ya da başkana çıkarılıyor.
Ama ne oluyor biliyor musunuz?
O beyler, hanımlar, yine bir yolunu bulup meclise giriyorlar ve aynı filmi bir kere daha seyrettiriyorlar.
Biz, bunun adına demokrasi diyoruz.
Aristo, mezarından çıksa, eski Yunan’da bu kavramı oluşturmak için can pahasıyla çalışanlar adına özür diler, ya da bu rejime demokrasi demekte ısrar eden nicelerini pataklardı.

Kasetler savaşı

Şu sıra hummalı bir kaset savaşı yaşanıyor. Beş yıl kaseti saklayanlar, şimdi servis ederek sözüm ona oy devşirmeye çalışıyorlar.
Bunların çoğu sosyal medyada gözler önüne serildi. İçlerinde “müthiş”, “İnanılmaz”, “Rezalet” denecek olanlar da var. Ama hiçbirinin kıymet-i harbiyesi olmadı, ciddiye alınmadı.
Anlaşılan, çerçevesi ne olursa olsun “Özel hayat” denen kavramın her türlüsüne razı olacağız.
Olan, 1970’li yıllarda Aynur Aydan ve onunla birlikte yakalanan dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e oldu. Sonunda Aynur Aydan, ‘Bakan düşüren kadın’ damgası yedi, bu damgayı ömür boyu da taşıdı.
Onlarınki; bugünkülere göre o kadar masumdu ki.

İBRAHİM ORMANCI

Algıda seçiciyim ama pazarda domatesleri seçmeye kalksam bir ton laf işitiyorum!
***
Televizyonda bir ilahiyatçıya telefonla bağlanıp ''Kadınbudu köfte yemek günah mıdır hocam?'' diye soracağım!
***
Kerem solaryuma gitti Aslı için. Hoş sanki Aslı'nın çok da umurunda!
***
Öneriyorum. Bir yandaş gazete ya da televizyon kanalı adını BİHABER diye değiştirse ya. Yakışır yeminle!
***
Bilmemek ayıp değil. Ama üniversite mezunu bir doktorun televizyonda yarışma programında ilk soruda çuvallaması ayıbın daniskası bence!