Türkiye’nin ve hatta dünyanın bugüne kadar yaşadığı en büyük felaketlerden biri olan ve 11 ilimizi etkileyen 6 Şubat depremleri, siyasetin güçlü propaganda araçlarından elbette biri haline geldi. Siyasetin ve yanlı medyanın beslenmeyi en çok sevdiği konulardan biri olan acı duygusunun, genel seçimlerde olduğu gibi yaklaşan yerel seçimlerde de efektif bir şekilde nasıl kullanılabileceğini örneklerle gördük, görüyoruz. Burada eleştirdiğim nokta sadece bir parti veya sadece bir kişi ile sınırlı değil. Bizim toplumumuz, yaşananları sadece yaşandığı zaman veya yıldönümlerinde hatırlıyor. Bu herkes için geçerli. Ateş gerçekten bizim memleketimizde düştüğü yerden başkasını yakmıyor.

6 Şubat saat 04.17 itibariyle Türkiye’de hayat durdu. Türkiye aylarca kendine gelemedi. Ama aynı zamanda da depremin ilk dakikaları itibariyle güçlü bir reklam konusu haline geldi. Bu noktada gördük ki gerçekten siyasette, kişisel çıkarlar söz konusu olduğunda, yaşanan hiçbir acının bir manası yok. Deprem üzerinden dün itibariyle tam 1 yıl geçti. Bu 1 yılda ne oldu? Hatay, Adıyaman, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adana, Osmaniye, Şanlıurfa, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Elazığ.. Ve 30 Ekim 2020 yılında İzmir… Binlerce insan yitip gitti, binlerce ailede çocuklar annesiz, babasız kaldı, çocuklar kayboldu. Mezarlar isimsiz kaldı. Ve bugünlerde, depremin yıldönümü geldiğinde davalar yeniden konuşulmaya, yiten canlar hatırlanmaya, hala evsiz, konteynerde, çadırda yaşayan insanların açlığı, susuzluğu, ihtiyaçları aklımıza geldi. Ancak genel seçim sonrası, iktidar partisi bu illerimizde güçlü bir şekilde seçimi kazanınca hepimiz ne dedik, “Yaşananlar hakkınız”, “Hiç mi akıllanmadınız” bunları tüm sosyal medyada gördük, bunları söyledik.

Siyaset ne yaptı peki? Deprem bölgesine gitti, özel kameralarıyla biz oradaydık dedi. Gösterdi, sadece gösterildi. Peki ya tüm ünlülerin bir araya geldiği programda toplanan yardımlar? Toplanan milyarlarca lira nereye gitti? Hiç kimse bilmiyor. Kimse de irdelemiyor. Hiçbir siyasetçi de çıkıp bu yardımlar nereye gitti demiyor. Siyasetin gündemi her gün değişiyor. Deprem de yerel seçim yaklaşırken kullanılan en ideal propaganda çeşidi. Neden? Çünkü insanlar aç, susuz, evsiz. Seçimi kazanmak isteyen parti liderleri, kentsel dönüşüm, depreme dayanıklı şehirler diyerek dolanıyorlar ortada. İyi de bunları yapmak neden 20-30 yıldır aklımıza gelmedi, neden imar affı çıkarılırken sonuçları bu olabilir denmedi de, binlerce insan öldükten ve seçimler yaklaştıktan sonra aklımıza geldi? Seçimi kazanmanın yolu kentsel dönüşüm ve depreme dayanıklı evler inşa etmek mi? Bunları her partinin, iktidar olduğu illerde zaten yapması gerekmiyor muydu? Türkiye işte bu noktada. Türkiye, bir Alzheimer hastası misali, bugün yaşadıklarını yarın unutuyor. Türkiye, ‘Aman başımıza bir iş gelmesin, aman işten atılmayalım, aman hapse girmeyelim’ diye diye; bağıran annesinden veya babasından korkup bir köşeye sinmiş bir evlat misali bekliyor. Çünkü ağladıkça, bağırdıkça daha kötülerinin başına geleceğini görüyor… Türkiye artık, sessiz yürüyüşlerin, sessiz tepkilerin ülkesi olarak hayatına devam etmeye çalışıyor. Türkiye artık sesini sessizlikle duyurmaya çalışıyor. Türkiye yorgun, Türkiye suskun…