Gezegenimizin en kıymetli, biz insanlar ve tüm canlılar için en yaşamsal elementi olan su konusunda yazmaya devam ediyorum.
Önceki yazımda bu yılki teması “Su İçin Doğa” olarak belirlenen, 21. Yüzyıl’da karşılaştığımız ve geleceğimizi tehdit eden su kaynaklı problemlerin doğaya saygılı bir yaklaşımla çözülebileceğinin belirtildiği, ağaçların yenilenmesi, nehirlerin taşkınla yeniden akıtılması atık suyun israf yerine yeniden değerlendirilmesi ve tekrar kullanılması, sulak alanların restore edilmesi, sanayi ve tarımda soğutma sistemleri ve sulama gibi su tüketimleri için geri kazanılma yoluyla elde edilmiş suların kullanılması gibi çözüm yolları ile su kaynaklarının doğru kullanımı ve yönetilmesinin hedeflendiği içeriği taşıyan 22 Mart Dünya Su Günü’nden söz etmiştim.
Ayrıntılı olarak irdelediğim konunun devamında Çevre Mühendisleri Odası Ankara Şubesi’nin 22 Mart Dünya Su Günü nedeniyle yayınladığı, konu ile ilgili rapor ve tespitlerinden yararlanıyorum.
Rapor ve tespitlerde; WWF’nin (Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı) “2010 Yaşayan Gezegen Raporu”na göre 2007 yılı itibariyle 1.8 milyar insan internet erişimine sahipken, 1 milyar insan içme suyuna erişimden yoksundu. Şu anda hem ülkemizde hem de dünyanın pek çok bölgesinde insanlık olarak yaşadığımız su sorununun sosyal ve ekonomik alanlarda kendisini daha fazla hissettirdiğini görüyoruz. Dünya Ekonomik Forumu için 2014 yılında hazırlanan Risk Raporu’na göre su kıtlığı, dünyadaki en önemli üç risk arasında yer aldığından iklim değişikliği ve yaşadığımız küresel iklim krizinin yarattığı yağışlardaki azalmanın etkisini de düşünerek eldeki verilerle birlikte bakılacak olursa öncelikle su kaynaklarındaki azalmadan söz edilebileceğinin altı çiziliyor.
Su havzalarımızın durumu ise bir başka eşitsizlik sonucunu yansıtıyor. 25 adet su havzasının bulunduğu ve bu havzalarda bulunan su kaynaklarının DSİ verilerine göre yarısına yakın bir bölümünü kullanabildiğimiz ülkemizde bu miktar, içme suyu ve sanayi toplamı olarak 50 milyar metreküp. Dünya genelinde görülen, su miktarı ile nüfusun oransal dağılımı arasındaki eşitsizlik sorunu Türkiye’de de var ve havzalardaki akış miktarı ile bu havzalardan yararlanan nüfus arasında orantısızlıklar mevcut.
En büyük kullanıcı yüzde 70’e varan pay ile tarım sektörü. Belediyeler yüzde 15’ini ve sanayi sektörü yaklaşık yüzde 15’ini kullanmakta, gelecek 20 yılda da bu kullanımda tarım sektörünün payı azalırken sanayi sektörünün payının artması beklenmekte.
İhtiyaca bakacak olursak, ülkemizin mevcut su potansiyeline göre kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1500 metreküp. TÜİK’in hesaplamalarına göre 2030 yılı için nüfusumuz 100 milyon olacak ve oluşacak bu nüfus artışı sonucu bu miktar 1220 metrekübe düşecek.
Dünyada belirlenmiş kriterlere göre yıllık kişi başına düşen su miktarı 1000 metreküpten az ülkeler su fakiri, 2000 metreküpten 3000 metrekübe kadar olanlar az suyu olanlar, 8000 metreküpten fazla olanlar ise su zengini ülkeler statüsüne giriyor. Bu durum da bize gösteriyor ki, ülkemiz Türkiye’nin su zengini bir ülke olmadığı açık bir şekilde görülmekte, diğer bir tanımlamayla artan nüfusu, gelişen ekonomisi ve büyüyen kentleriyle Türkiye, su fakiri ülke olma yolunda ilerliyor.
Son tahlilde diyorum ki; “Tarım sektörü, belediyeler ve sanayi sektörü suyu en etkin ve sürdürülebilir şekilde kullanmayı değişmeyen bir kural olarak benimsemeli ve farkındalık yaratılmalıdır. Eğer farkındalık yaratamazsak, gerekli önlem ve çözümleri yaşama geçiremezsek bugünkü varlığımız yarınki yokluğumuz, bunun sorumluluğu da bu varlığı tüketen herkesin üzerine olacaktır”