İstanbul’da kanseri yenen bir çocuk için gökyüzüne bırakılan renkli balonları gören herkesin yüreği ısındı. O an sadece bir çocuğun değil, hepimizin kalbi hafifledi; çünkü o balonlar, umudu, dayanışmayı ve insan olmanın en saf halini taşıyordu. O kare, ne bir ressamın fırçasından çıkmıştı, ne bir müzisyenin notalarından... Ama bir toplumun en güzel sanat eseri oradaydı: Birlikte olmak.
Birlikte umutlanmak. Birlikte sevinmek. Birbirine dokunmak. Bir çocuğun iyileşmesini sadece ailesinin değil, mahallenin, şehrin, hatta ülkenin sevinci haline getirmek...
Türkiye’de sanat, yıllardır eğitimin, politikanın ve toplumsal hayatın dışına itildi. Eğitim sistemimiz, hâlâ sınav odaklı, nicelik takıntılı ve mekanik bir bakışa hapsolmuş durumda. Oysa sanat eğitimi yalnızca resim yapmayı, şarkı söylemeyi ya da heykel yapmayı öğretmez; empati kurmayı, sezgisel düşünmeyi, farklı perspektifleri görebilmeyi ve içsel farkındalığı da öğretir.
Bugün sokaktaki şiddet, sosyal medyadaki öfke, toplumdaki kutuplaşma ve bireysel mutsuzluk, biraz da sanatla bağımızın kopuk oluşunun sonucudur. Çünkü sanat, bizi hem kendimize hem başkasına dokunduran bir dildir. O dokunuş kaybolduğunda, insanlar da kendi içinde yabancılaşır, birbirine karşı sertleşir.
İşte tam da bu yüzden, Hegel'in felsefesinde sanat yalnızca güzelin değil, hakikatin duyusal biçimde görünür olmasıdır. Sanat, felsefenin soyut kavramlarla ifade etmeye çalıştığı düşünceyi, duyulara hitap eden bir biçimde dışa vurur. Ama bu yalnızca tuvalde ya da sahnede olmaz. Sanat, bazen bir balonun ipinde, bazen bir çocuğun gülüşünde, bazen de bir toplumun ortak sevinç çığlığında belirir. Çünkü gerçek sanat, insanın diğerine dokunduğu andır.
Ali Asaf sadece kendisi için bir yaşamı yeşertmedi. Aynı zamanda toplumun bir araya geldiğinde nasıl güzel bir sanat eseri ortaya çıkarabileceğini de bize gösterdi. Ali Asaf içimizdeki umudu da yeşertti…
Sanat, Bilgidir. Birlik, Hakikattir. Hegel'e göre sanat, mutlak bilginin ilk görünümüdür. İnsan, sanatla düşünceyi hisseder, güzelliği yaşar, hakikati sezgisel olarak kavrar. Bu nedenle sanat, yalnızca bir “beğeni” meselesi değil, bir bilme biçimidir. Bir başka deyişle, sanat yoluyla birey hem kendini, hem de evrensel olanı tanır.
Peki biz bu bilme biçimini nerede yaşıyoruz?
Birlikte ağladığımızda.
Birlikte sevindiğimizde.
Bir çocuğun acısını kendi çocuğumuz gibi hissettiğimizde.
Bir mahallenin ortak sevincine balonla eşlik ettiğimizde.
Tüm bunlar bize şunu gösteriyor: Toplumun en güzel sanat eseri, birliktir.
Çünkü birlik, yalnızca bir arada durmak değildir. Hegel’in deyimiyle, "gerçek, kendini bilince açan bütündür." Toplum da, bireylerin sadece yan yana durması değil, aynı duyguda buluşmasıyla bir “bütün” olur. O anlarda sanat, fırçadan ya da kalemden değil, insan kalbinin içinden çıkar. Ve o eser, herkesindir.
Türkiye’nin Eksik Parçası: Sanatın Ruhunu Geri Çağırmak
Ne yazık ki biz, bu sanat eserini unutmaya başladık. Türkiye'de sanat, hâlâ eğitimin kenarında duruyor. Okullarda birer “boş ders” olarak görülüyor. Kültürel politikalar, sanatı süs gibi görüyor; oysa sanat bir toplumun ruhudur. Yalnızca keman çalmak, şiir yazmak ya da heykel yapmak değildir mesele. Asıl mesele, birlikte gülmenin, birlikte yas tutmanın ve birlikte düşünmenin yollarını öğrenmektir.
Çocuklara notaları öğretmek değil sadece; duygularını nota nota ifade edebilecek alanı vermektir.
Gençlere perspektif kazandırmak değil sadece; farklı hayatlara duyarlılık gösterecek içsel bir ayna sunmaktır.
Topluma gelişme sağlamak değil sadece; bu gelişimi ortak bir ruhla taşıyacak kültürel zemini kurmaktır.
Ve bu zemin sanattır. Ama yalnızca müzelerde, galerilerde, konservatuvarlarda değil…
Sokakta, okulda, mahallede, balkonda, parkta. Tıpkı o gün İstanbul’da göğe bırakılan balonlar gibi.
Gerçek Sanat: Kendimizi aşabildiğimiz yerdir…
Sanat, Hegel’e göre sonsuz olanın duyusal biçimde görünür hale gelmesidir. Ve biz bu sonsuzluğu, ancak kendi küçük benliğimizi aşıp başkasına ulaşabildiğimizde deneyimleyebiliriz. O yüzden gerçek sanat, yalnızca estetik değil, etik bir olaydır.
Bir çocuğun iyileşmesiyle umutlanan kalabalık…
Depremde bir evin duvarını değil, bir annenin gözyaşını onarmaya koşan insanlar…
Otobüste yaşlıya yer verirken göz göze gelen iki yabancı…
Hepsi sanatın içindedir.
Çünkü o anlarda duyular uyanır, kalp devreye girer ve bilgi, teori olmaktan çıkıp yaşam olur.
İşte bu yüzden Türkiye’de toplumsal gelişim, sadece ekonomiyle ya da teknolojik yatırımlarla değil, sanatla yoğrulmuş bir toplumsal bilinçle mümkündür. Toplumun sezgisel aklı; bazen bir resimde, bazen bir ağıtta, bazen de göğe bırakılan bir umut balonunda belirir.
Toplumun Tuvalleri Biziz!
Toplum bir tuvaldir. Her birey bir renk, bir fırça darbesi. Ve ancak birlikte bir bütünlük kazanırız. Ayrı ayrı bakıldığında anlamı olmayan bu renkler, bir araya geldiğinde muazzam bir tabloya dönüşür. Ve bu tablonun adı beraberliktir.
Unutmayalım ki, bir toplumun en büyük sanatçısı onun vicdanıdır. En kalıcı eseriyse birlikte attığı kahkahalar, paylaştığı acılar, taşıdığı umutlardır.
İstanbul semasında süzülen o balonlar, belki bir çocuk için bırakıldı ama hepimize dokundu. Çünkü o anda hissettiğimiz şey, sadece sevinç değil, sanatın kendisiydi.