“İnsanın en büyük kusuru, kontrol yanılsamasıdır.”
Bunu ilk duyduğumda ne anlama geldiğini tam kavrayamamıştım. Zamanı, hayatı, duyguları kontrol edebileceğimize inanıyoruz. Oysa zaman, insanı eğiten en sabırlı öğretmen. Biz onun küçük, geçici öğrencileriyiz.
Ne kadar çabalarsan çabala, zamanı asla tutamazsın. Bir bakmışsın yıllar geçmiş, bir bakmışsın bir saniye seni sonsuzluğa götürmüş. Zaman yolculuğu üzerine söylenen her şey, aslında insanın kendi iç zamanında kaybolmasından ibarettir. Teoride kolay görünür: “Bir anı değiştir, kader değişsin.” Ama pratikte, bir saniyeyi bile tam yerinde yakalayamazsın. En küçük bir sapma, yılları yerinden oynatır. İşte o anda, kontrol yanılsamasıyla yüzleşirsin. Biz sandık ki hayat elimizde; oysa hayat, parmaklarımızın arasından kayan su gibi saniyelerin içinden akıp gidiyor.
Bir plan yaparız, evren kendi planını yapar. Biz zamanı yönetmeye çalışırız, zaman bizi şekillendirir. Oysa belki de tek yapmamız gereken şey, zamanı tutmak değil, zamanı duymaktır. Çünkü hayat, yılların değil; saniyelerin imparatorluğudur.
Geçen gün çok değer verdiğim bir öğretmen arkadaşımla konuşuyordum. “Hocam,” dedi, “çok güzel yağmur yağıyor. Yazılarınızı okuyorum ama hiç yağmur üzerine yazınız yok.” O an durdum. Evet, yağmuru beklemeyi seviyorum. Yağmur berekettir; gökten iner, toprağa karışır, kalbe dokunur. Ama düşündüm: Yağmurun tadını gerçekten çıkarabiliyor muyum? Telefon kapandı, ama o cümle kaldı zihnimde. Ve o film repliğiyle birleşti: “Saniyelerin değeri...” O günden beri bu kelime yankılanıyor içimde: her saniye.
Lisede edebiyat ödevi vermişti hocamız. Konu yağmurdu. Ben şöyle yazmıştım: “Yağmur, gökyüzünün yeryüzüne yazdığı bir aşk mektubudur.” Çünkü yağmur bereket getirir. Toprağa düşer, kalbe düşer. Toprak yeşerir, insan içten içe filizlenir. Ve o filiz, yıllara değil; bir anın mucizesine aittir aslında. Ama biz, o mucizeyi hep kontrol etmeye çalışıyoruz. Yağmurun ne zaman yağacağını tahmin ediyor, kalbimizin ne zaman çarpacağını planlıyor, hayatın akışını çizelgelere sığdırmaya uğraşıyoruz.
Sonra bir bakıyoruz; yağmur yağıyor, kalbimiz hızlanıyor, ama o an geçmiş bile. Kontrol etmeye çalışırken yaşamayı kaçırıyoruz.
Geçtiğimiz hafta garip şeyler oldu. Garip ve komikti. Fransa’daki Louvre Müzesi soyuldu. Dünyanın en korunaklı, en pahalı eserlerinin sergilendiği yer… Muhtemelen filmlerde en çok soyulan mekân. Dünyada bütün gözler üzerindeyken, çok iyi korunmasını bekliyorsun. Sonra bir bakıyorsun, fantazi olarak gördüğümüz filmler doğru çıkıyor. Yıllardır kitaplarda, belgelerde “bu müze asla soyulamaz” denirdi. Katman katman güvenlik, karmaşık sistemler, imkânsız senaryolar... Ama sonunda ne oldu biliyor musunuz? Basit bir minibüs yanaştı, birkaç saniyede paha biçilemez eserler çalındı ve iz bırakmadan kayboldular. Dünyanın en korunaklı müzesi olmasına rağmen hırsızlık olayı gerçekleşmesine engel olamayan müze… Şaka gibi basit bir düşünce, saniyeler içinde gerçekleşen soygun!
İşte yine aynı ders: kontrol yanılsaması. Dünyanın en iyi korunan yeri, bir saniyede savunmasız kaldı. Hayat da tıpkı o müze gibi. Ne kadar duvar örersen ör, bir saniyede tüm dengeler değişebiliyor. Bir kalbin kırılması da, bir dostluğun bitmesi de, bir mucizenin başlaması da saniyeler içinde oluyor. Yıllar biriktiriyoruz, ömürler veriyoruz, ama asıl dönüşüm hep o kısacık zaman diliminde yaşanıyor.
Belki de hayatı bu yüzden yanlış anlıyoruz. Biz yılları bekliyoruz, ama yaşam aslında saniyelerden ibaret.
Bir bakış, bir dokunuş, bir yağmur damlası...
Louvre’un camına çarpan bir ses ya da bir telefonun ucundaki “Hocam, yağmur yağıyor.” diyen ses...
Bunların hepsi birer saniye, ama içinde bir ömrün anlamı gizli. Yıllar bize sabrı öğretir ama saniyeler varoluşu hatırlatır. Yıllar bizi olgunlaştırır ama saniyeler, kim olduğumuzu gösterir.
Artık biliyorum: Bir meşe palamudu bir gecede meşe olmaz. Ama bir saniyede toprağa düşer ve o düşüşte bütün ormanın kaderi saklıdır.
Kontrol edemediğimiz zamanın içinde, yağmuru izlemek, bir nefes almak, bir kelimeyi hissetmek… İşte bunlar gerçekten bize ait.
Belki de insanın kurtuluşu, kontrol etmeyi bırakıp fark etmeye başlamasında. O yüzden şimdi, bu satırları okurken bir an dur.
Nefes al.
Pencerenin camına vuran yağmuru dinle. Çünkü belki de şu anda yaşadığın saniye, bir ömrün en değerli ve hatta en heyecanlı en ilginç anı olabilir.