COVID-19 pandemisi yalnızca bir sağlık krizi değil, aynı zamanda küresel bir travmaydı. İnsanlık tarihte ilk kez tüm gezegen ölçeğinde eşzamanlı olarak kapanmayı, korkuyu ve yalnızlığı deneyimledi. Herkes aynı fırtınadaydı ama kimimiz küçük teknelerde, kimimiz devasa gemilerdeydi. Geride kalan sadece ölüm sayıları ya da iyileşme oranları değil; insan ruhunun derinliklerinde açılmış görünmez yaralar oldu.
Pandemi sona erdi denildi. Peki, biz gerçekten çıktık mı o dönemin içinden?
Günümüz insanına baktığımızda, cevap hayır gibi. Fiziksel temasın yerini ekranlar aldı, kalabalıklar içindeki yalnızlık artık daha görünür. İnsanlar kendi kabuklarına çekildi, ilişkiler yüzeyselleşti, sessizlik çoğaldı. Sanki hâlâ görünmez bir virüs dolaşıyor aramızda: umutsuzluk, kaygı ve kopuş.
“Bazen bir kahvenin buharında saklıdır huzur; kendine vakit ayırmak, kendi elini tutmaktır aslında.”
Veriler de bu gözlemi destekliyor. Antidepresan kullanımı dünya genelinde artışta. Psikolog randevuları dolup taşıyor. Uyku bozuklukları, sosyal fobiler, tükenmişlik sendromu neredeyse norm haline geldi. İnsanlar artık sadece işlerini değil, kendilerini de “idare” etmeye çalışıyor.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, stresle bağlantılı rahatsızlıklar dünya genelinde artıyor ve her yıl milyonlarca insanı etkiliyor. Gallup’un 2024 Küresel Duygu Durumu Raporu, dünya çapında yüksek günlük stres seviyelerini gözler önüne seriyor. Bazı ülkelerde, önceki gün stres hissettiğini belirtenlerin oranı % 60’ı aşıyor.
Ayrıca WHO, depresyon ve anksiyete bozukluklarının küresel ekonomiye yıllık 1 trilyon dolarlık üretkenlik kaybına mal olduğunu belirtiyor. Bu yalnızca bireysel bir mesele değil, aynı zamanda küresel bir ekonomik krizdir. Mutsuzluk eşittir fakirlik…
“Mutluluk; başkası için değil, kendin için gülümsediğinde başlar.”
Veriler net: Tükenmişlik artık kenarda köşede bir sorun değil, her yerde. Bu durum sadece bireysel değil, toplumsal bir krizdir. Çünkü bireylerin ruh sağlığı bir zincir gibi toplumu doğrudan etkiler. Tıpkı bağışıklık sistemi zayıflamış bir beden gibi, ruhu yorgun bir toplum da en ufak bir sarsıntıyla çözülebilir. Depremler, savaşlar, ekonomik krizler... Bunlara şimdi bir de ruh sağlığı pandemisi eklenmiş durumda.
“Kendini iyileştirmek; dünyanın bir köşesini güzelleştirmek gibidir. Başkası bilmez, sen fark edersin.”
Şimdi asıl soruyu sorma zamanı:
Bu yalnızlık kalıcı mı olacak?
İnsan sosyal bir varlık olmaktan çıkıyor mu?
Teknolojinin konforlu ama soğuk yüzü, insan sıcaklığını bastıracak mı?
Yoksa bu yalnızlık bir arınma süreci mi, yeni bir toplumsal dönüşümün başlangıcı mı?
Belki de şu an yaşadığımız şey, başka bir çağın habercisi. Eski normallerin değil, yeni ihtiyaçların şekillendireceği bir çağ… Ama bu çağın sağlıklı olabilmesi için önce bireyin ruhu iyileşmeli. Çünkü iyileşmeyen birey, iyileşmeyen toplum demektir.
“Kendine iyi davran. Çünkü seninle ömür boyu baş başasın.”
Yeni bir pandemi kapıda belki… Ama bu kez semptomları ateş ya da öksürük değil: Yalnızlık, tükenmişlik, anlam kaybı ve duygusal mesafe. Tüm bu belirtiler, görmezden gelinemeyecek kadar gerçek.
Artık yalnızca bağışıklık sistemimizle değil, ruhsal direncimizle de ilgilenmek zorundayız.
Ylz derki ; “Anlık mutluluklar bir sığınak gibidir; dünya değişmese de içimizde bir oda aydınlanır.”